Yaratıcı düşünce dedikleri aslında insanın özünde olan keşfetme arzusu. Birçok canlıda olduğu gibi, insanın da genlerinde barındırdırdığı yetilerden bir tanesi. Fakat diğer canlılardan farklı olarak insan, gelişmiş beyin yapısıyla soyut kavramlar yaratmış; çevresindeki deneyimleri keşfetme arzusuyla yorumlayarak yaşama yenilikler getirmiş. Bu sistemin içerisindekileri gözlemleyebilmek ve anlamlandırarak yorumlayabilmek yaratıcılığımızın temelini oluşturuyor. Ancak, bazen bu doğal sistemin içerisinde bir bileşen olduğumuzu unutuyor; bu doğallığın akışından bağımsız yarattığımız yapay sistemleri doğal bir şekilde var etmeye çalışıyoruz.
Güdüsel olarak sahip olduğumuz yaratıcı düşüncenin temelinde merak duygumuz yatıyor. Merak duygusunun doğal sonucu yaratıcılığımız, yapay kültürel normlar içerisinde problem olarak görülüyor. Bazı durumlarda topluma uymak için, yarattığımız konfor alanlarından çıkmamayı tercih ederek insanlığımıza yabancılaşıyoruz. Başka bir deyişle, doğal sürecimizden koparak yapaylaşıyoruz. Atalarımızın da çok önceden söylediği gibi: “Fazla merak kediyi öldürür.” Mevcut kültürel yapımızda, yaratım faaliyetinin huzursuz edici bir yapısı olduğu aşikar. Çünkü organik sürecinden koparıp oluşturduğumuz rahat kişisel alanlarımızı terk edip başarısız olmaktan korkuyoruz ve bu riski göze almak istemiyoruz. Başarıyı kendi baloncuğumuzda; ödüle, şöhrete ve somut çıktılara dayandırmış ve bu başarının bizi mutluluğa götüreceğine kendimizi inandırmışız. Halbuki; en başta kendi mutluluğumuz için oluşturduğumuzu sandığımız bu balonun aslında bizim mutsuzluğumuzun kaynağı olduğunu anlamaktan çok uzaklaşmışız ve doğal güdümüz olan merakımızı, sorgulama aşamasına geçemeden yitirmişiz. Yeniliklerle baş edememek ve mevcut düzenin rahatlığını kaybetme riski, bizi korkutuyor ve yaratıcılığımızı bastırıyor. Eğer başarıyı anlık bir mutluluk için elde ettiğimiz araçlar (ödül, şöhret ve diğer somut çıktılar) olarak tanımlamaktan ziyade, başarının aslında bireyin kendi üretimi sonucu kişisel tatmini olduğunu kabul edebilirsek; zaten kendi potansiyelimizi fark edip, çevremizi anlayıp bulunduğumuz ortama yeni ve anlamlı katkıları güdüsel olarak sunabiliriz. Rahatlığımız ve mutluluğumuz için oluşturduğumuz balonumuzda, huzursuzluk olması zaten sisteme entegre olan bizlerin anlamakta zorlandığı büyük bir çelişki. Örneğin, araştırmalara göre; bu tüketim ve rahatlık toplumuna entegre olamayan hapishanedeki mahkumların dahil oldukları yaratıcı etkinlikler, onların suç işleme oranlarını %80 oranında düşürmüştür.
Yaratıcılık; bugüne kadar yapılan şeyleri hiçe sayarak bütünden bağımsız bir şey yaratmak değil, mevcutu sorgulayarak, onların üzerine ilave etmektir. Zaten görmediğimiz, deneyimlemediğiz bir şeyi hayal edemiyoruz. Tasarım Odaklı Düşünce (TOD); bu temel değerimiz çerçevesinde, tüm resmi görmemizi ve anlamamızı sağlıyor. Bireyin, kendisinin ve çevresininin; ihtiyacını, sıkıntılarını, beklentilerini anlamak… Anlama eylemi hepimiz için farklı ve aslında bir öğrenme süreci. Kimimiz dinleyerek, kimimiz görerek, kimimiz yaparak öğreniyoruz ama özünde deneyimlerimiz yatıyor. Deneyimlerimiz bizi ve çevremizi anlamamızı sağlıyor ki öğrendiklerimiz kapsamında,hayata yeni bir şeyler koyabiliyoruz. Hepimiz kendi potansiyelimiz kadar bir şey sunabiliyoruz çevremize. Bu katkı her zaman somut bir çıktı olmaktan ziyade; insan ilişkilerinden düşünce yapısına veya davranış modellerinden teknolojiye kadar geniş bir yelpazede hayata dokunan ve hayatın içinden olabilir.
TOD toplumdaki aksaklıkları merkeze alarak ve günümüzde bütünü görmekte zorlanan insanları, tüm resmi görebilmesini sağlayarak yaptıkları ve yapacakları işleri daha anlamlı hale getirmeyi hedefleyen bir düşünce yapısı. TOD; unuttuğumuz merak ve yaratma gibi insani değerlerimizi, doğru yönlendirebildiğimiz ve bu heyecanı devam ettirebildiğimiz bir omurga görevini görüyor. Yaratabilme gücümüzü tekrar deneyimlemek, etrafı sorgulamamıza ve yapıcı iletişim kanallarıyla yeni şeyler üretebilmek için esnek ortaklıklar kurabilmemize sebep olarak; doğal toplumumuzu yeniden inşa etmemize yardımcı oluyor.
Temelinde ortak üretimi ve işbirliğini barındıran TOD, problemin tanımından çözüm sürecine kadar bize rehberlik ediyor. Birlikte araştırmak ve sorgulamak, takım bilinciyle fikirler geliştirmek, yaratıcılığımızın sorumluluğunu beraber üstlenerek toplumumuzu barışçıl bir ekosisteme dönüştürmek gibi benimsediğimiz değerleri; TOD sayesinde doğal bir düzene uyarlayabiliyoruz.
TOD, insanlığa insanın özündeki yaratıcı özgüveni fark etmesini sağlayacağı bir deneyim alanı sunuyor. Toplumsal olarak bastırdığı yaratım içgüdüsünü dışa vurmak günümüzde giderek daha kolaylaşıyor ve daha da kolaylaşacak. Atalarımızın sebat ettiği ve toplum olarak devam ettirdiğimiz düzen kavramı günümüz teknolojisinde artık insanların kendilerini arayabilecekleri bir deneyim havuzuna dönüşüyor, gelişen teknoloji de bunu destekliyor. İnsanlar artık dünyanın her yerinde üreterek tatmin olabileceği alanlarda çalışabilir durumda. TOD öncelikle birey temelinde, bireyin yaratım özgüvenini geri getirmek için bir rol oynuyor; daha sonra da bunu benimseyebilecek kişilerle toplumsal bir dönüşüme ışık tutuyor.
Yazar: Can Güvenir
Derleyen: Derin Güçer, Özge Demirbaş
Commenti